Türkiye Turu: Bölüm 2 - Doğu ve Güneydoğu (Gezi )

Türkiye Turu: Bölüm 2 - Doğu ve Güneydoğu

Ana Sayfa | Blog | Türkiye Turu: Bölüm 2 - Doğu ve Güneydoğu (Gezi ) - 2.05.2022

Türkiye Turu: Bölüm 2 - Doğu ve Güneydoğu

2013 yılının Ağustos-Eylül aylarında gerçekleştirdiğim. Motosiklet ile Türkiye Turunun 2.Bölümü Doğu ve Güneydoğu Anadoluyu kapsıyor. Keyifli okumalar.

Artvin'i bitirip, Doğunun başladığı Ardahan sınırına geldiğimizde Karadeniz'in yeşili ile Doğunun bozkırının bıçak gibi ayrıldığına şahit oluyorsunuz.
Bu nokta sizi adeta büyülüyor, yaklaşık 2500metre yükseklikteki bu Çam Geçitinde fotoğraf çekerek bu anları ölümsüzleştirmeye çalışıyorduk.
Özellikle ters ışıkta yakaladığımız bu fotoğraflar orada bizim yaşadıklarımızı size hissettiren bir ruh kazandı.

Havada tertemiz bir oksijen kokusu az ilerde hayvanların kokusu ile karışıyordu.
Çok sessiz bir o kadarda güzel bi coğrafya'da bulunmak beden ve ruhlarımıza iyi gelmişti.

Ardahan'da Çoban Olmak.
Çoban Mahmut uzaklardan koşarak geldi yanımıza, "-Hayat size güzel" dedi. Karşılık verdim.
"-Hayat asıl sana güzel, bak senin yaşadığın yerleri görebilmek için binlerce km uzaktan geldim" :)
"-Bende hayvanları bırakıp size bakmaya geldim :)"

Biran çoban olmak istedim bu topraklarda.. Toprakla, havayla, doğayla sessizlikte buluşup hayvanların otlayışını seyretmek gözümü kapayıp hafiften esen rüzgarın uğultusunu dinlemek... Belkide aradığımız şey buydu. Belkide sır Ardahan'da çoban olmaktı.

Yorgun değilim!
Rüzgar elimi tuttu hadi gel dercesine, ama ayaklarım mıhlanmışçasına saplantı toprağa. Burada herşey farklı. Gidemiyorsun, kalamazsında. Tüm bu güzellikler karşısında yorgunluğumu hissetmiyordum. Nerde olduğumun idraki bile bir çok şeyi unutturuyordu.
Ama artık gitme vakti.

Bu anlatıklarıma ilişkin fotoğraflar..




























...


Ardahan - Doğubeyazıt
Havanın kararması ile birlikte Ardahan Merkeze giriş yapmıştık. Burada bizi Oğuz'un iş yerinden arkadaşının tanıdıkları karşıladı. Çok sağolsunlar bizim ısrarımızla bize çok uygun ve güzel bir otel ayarlayıp misafirperverliklerini gösterdiler. Ardahan'ı fazla gezemedik tabi, ancak buranında enerjisini üzerime alıp güzel bir uyku çektikten sonra Van'a kadar gitmek üzere yola koyulduk.



Yola henüz çıkmıştık ki, Oğuz birden durdu. Ayağını birşey sokmuştu. Durup iğnesini çıkardı ama onu sokan şeyin ne olduğunu anlayamadık.



..ve yol devam etti. Karadenizin bol virajlı ve yeşil yollarından sonra düzlükte kuru kuru motor kullanmaya alışmaya çalışmak zaman alsada bu da değişik bir deneyimdi. Geze geze, göre göre kilometreler artmaya devam ediyordu...









İşte hayatımda yaşadığım bir heyecan daha. Kitaplarda okuduğumuz ve sürekli namını duyduğumuz Ağrı Dağı tüm heybetiyle tam karşımızdaydı. Bir taraftan şaşkınlık bir taraftan tuhaf bir mutluluk kaplıyordu içimi. Tam o noktada Ahmet Amca eliyle durmamızı işaret ediyor. Durup selamlaşıyoruz. Mis gibi Dağ Çayı içiyoruz Ağrı Dağına karşı ve dudağımda nedense o şarkı "Ağrı dağın eteğinde...."

Ahmet Amca anlatıyor Türkiye'yi at sırtında gezdim diyor seneler evvel. Bizde övünüyorduk buralarada kadar motorla geldik diye. Motor ne ki? Amcam At, Eşek sırtında tepmiş onca yolu.

Yol Doğubeyazıt'a vardığında ne yapacağımızı bilmeden şehir merkezine doğru girdik. Burada şu meşhur elektronik ürünler satıldığını duymuştuk hemen sorup soruşturup bir kaç pasaj bulduk :)











Doğubeyazıt'da çoğunluğu İran sınırından getirilmiş ürünlerle doluydu. Birçok hediyelik eşyalar vb ürünler var. Bizim motorlara ilgi büyük olduğundan Oğuz ve ben aynı anda motorun başından ayrılamadık. Oğuz motorlara bakarken bende pasajları gezdim. 
ufak tefek birkaç eşya aldıktan sonra Doğubeyaz'ın gezilecek yerlerine göz atalım dedik. Şehrin hemen 7km kadar güneyinde İshak Paşa sarayını gezdik.

Yine çok fotojenik ve etkileyici bir manzara eşliğinde İshakpaşa Sarayı'na da veda edip yola koyulduk. Hava kararmadan Van'a ulaşmamız gerekiyordu. Bu arada yine yemek yememiştik kahvaltı ile duruyorduk, nedense Doğubeyazıtta da birşeyler yemek için durmak istemedik. Oranın enerjisi bize git buradan diyordu.















Güneydoğu yollarında taşlanmak..
Karnımız iyice acıkmıştı bir taraftan da Oğuz'un bulantısı vardı. Yolda ne olduğu belirsiz sokan böcek Oğuz'un bacağının şişmesine sebep olmuştu. Acaba zehirlenmiş miydi?
Hava sıcaklığı artıyor ve yollar uzuyordu. Her yer taş ve toprak...
Yolun uzağından çocuklar koşup biz saatte 100km hız ile giderken yolumuza çıkıp durdurmaya çalışıyorlardı ve durmazsakta taş atıyorlardı. Oldukça tırsıtıcı bir durum. Yola koşup gelenlerin kim olduğunu bilmiyorsunuz? Amaçlarını bilmiyorsunuz o anda ne yapacağını şaşırıyorsun ya az ilerde başka bi şekilde durdurulursak?

Nihayet bi kasaba gözüktü, yavaşlıyoruz... Ama Türkçe konuşulmuyor burada, üzerimize doğru geliyor herkes. Belki niyetler iyi ama nedense karnımızın açlığından, güvende olmak daha baskın bir dürtü.

Sabah ettiğimiz kahvaltı ile akşam hava kararmaya yakın Van'a nihayet ulaşıyoruz.





Geceyi Hastane'de geçirmek..
Van'a girer girmez Oğuz'un Rengi sapsarı oldu. Abi hemen hastane bulmalıyız dedi ve Devlet hastanesine gittik. Acil'de müdahale edildi. 2 Serum yedi ve yavaş yavaş kendine gelmeye başladı.

Doktor bizi taburcu edecekken, Oğuz,  "Doktor Bey Yatacak yerimiz yok bize bi oda ayarla " dedi :)
Doktor hikayemizi dinledikten sonra "-Hakikaten sizin yatacak yeriniz yokmuş :)" deyip  bu istediğimizi yerine getirdi. O gece hastanede konaklayacaktık. Odaya çıktığımızda hayal kırıklığı..! Ben ne bekliyorduysam artık. :)

Müşterek bir hasta odası ve tabiri yerinde ise Refakatçı sandalyesi :)

"-Oğuz bak burada 24 saat hemşirler doktorlar var, senin yerinde rahat, ben hastanede geceyi bu koltukta geçirirsem yarın Urfa'ya kadar motor süremem. Yarın Van kalesinde buluşuruz" deyip Van'ın içinde bir otele yerleştim.

Ertesi sabah herşey yoluna girecekti..

Van'da sabah:
Kaldığım otelin güzel otlu peynirleri'leri ve yöresel tadlarla zenginleştirilmiş Van Kahvaltısını yaptıktan sonra, Van Kalesi'ne doğru yola koyuldum. Kalede Oğuz ile buluştuk. Kendini iyi ve dinlenmiş hissediyordu yola hazırdık. Kalede fazla vakit kaybetmemek için kaleye çıkmasak da
Buradaki Eski Van evlerinin içini gezip uzun bir yola tekrar koyulduk.
 














...


Bitlis:
Güneydoğu iyice sıcak ve bunaltıcı olmaya başlamıştı, Derken çölün ortasında bir şehir: Bitlis.
Buraya girerken aklıma hep o meşhur şarkıdaki "Bitliste 5 Minare"'nin mısraları geliyordu.
Hemen yüksekçe bir yere çıkarak fotoğrafladım ve 5 minareyi aradım ancak 4 tane görebildim. :=). Meğer sonradan öğrendimki, minarelerden 1 tanesi yıkılmış.

Bitlis'in meşhur yemeklerinden olan Büryan yememiz gerektiğini öğrendikten sonra Büryancı Müştak'a gidip tadına bakalım dedik.. Sonradan nerede piştiğini ve ne yediğimizi görünce biraz tuhaf oldum ama bir daha Bitlis'e ne zaman gelecektim ki.










...


Yol kenarında İncir satan bu çocuğun adı Şahin. 1 tas inciri 2 tl'ye satıyor :) Harika tadı var. 1 tası neredeyse oturup yedim. 
Hemen biraz yukarıda doğal kaynak suyunu da içip yola devam ettik.

Yol üzerinde gördüğümüz ilginç tabelalardan içeri sapıp ne var ne yok diye bakıyoruz. Bu sefer Veysel Karani Külliyesini'de görmeden geçmeyelim istedik.













...

Malabadi Köprüsü uğruna...
Diyarbakır'a 130km kala sanırım, bir yol ayrımı var... Ya Bismil'den geçeceksiniz yada Batman'dan..
Bu yol ayrımında kararsız kalmışken bölge insanı devreye girdi. Malabadi köprüsünü görmek isterseniz sağdan, Batman'a girmek isterseniz soldaaan!

Haydi bakalım karar ver şimdi. Malabadi köprüsünü tercih ettik. Hemen 3 km sonra Jandarma kontrolü vardı ve tamda köprünün yanındaydı durmamıza izin vermediler. :( Malabadi köprüsü yalan oldu...

Hızımız 90km civarıda gidiyordu, hava aşırı sıcak ve 39dereceyi gösteriyordu. Derken karşı şeritten bir adam bizim şeride doğru koşmaya başladı, eyvah dedim yolumuzu kesiyorlar ya taşlayacaklar yada başka bir şey. Derken Polis olduğunu gördüm..

Konuşmalar şöyleydi:
-İyiki durdurdunuz yoksa bizim mola vereceğimiz yoktu.
-Ceza yazacağaz keyfimize durdurmadık
-Ne cezası? Ne yaptık
-101 ile radara girdiniz.. 

Ulan yol zaten kötü bilmediğimiz yollar, içimizde bir korku zaten yavaş gidiyoruz, bir ara bir yokuş aşağı vardı farkında bile değilimki motor hızlanmış.. Hem hızlansa ne olacak kime ne zararımız var. Güneydoğuyu 90-100 arası geçtik zaten.. Hiç ama hiç hak etmedik bu cezayı.
Kestiği ceza miktarı kadar para ile ben 1000km yol gidiyorum..

Bekir'in Diyarı:
Bu moral bozukluğu ile Diyarbakır'a giriş yaptık, Burası oldukça gelişmiş bir yermiş. Bu kadarını beklemiyordum doğrusu.
Susuzluktan dilim damağıma yapışmıştı, Cadde boyu yöresel bi içecek satan seyyar arabaların birinden Şalgam suyu diye meyan kökü içip ağzımın tadını da iyice bozdum..

Diyarbakır'da fazla kalamadık çünki bu küçük kızlar çok fazla rahatsız etti. Peşimizi bırakmadı. Motorları bırakıp çarşıyı bile gezemedikten sonra Diyar-ı Bekir'i geride bırakıp Urfa'ya doğru sürdük...

















...

Kavuncu Zübeyir
Güneşe karşı motor sürmek, susuzluk ve açlık...
Derken bir vaha.. Kavuncu.. Buralarda Kavun satıldığını bilmiyordum, hemen durup Zübeyir isimli bu çok iyi insandan Kavun kesmesini rica ettik.
Kavunun tadı bal resmen. Buralarda fazla yağmur yağmadığı için küçük kalıyorlarmış ama tadı hiç bir yerde yok.
Ben 3 tane kavunu götürdüm ve Zübeyir ile sohbet etme imkanımız oldu.
Herşeyden evvel Zübeyir Güneydoğu'nun yanlış tanıtılıp kötülenmesinden şikayetçi, buranın insananın çok iyi ve misafirperver gönlü zengin insanlar olduğunu söyledi, elbette bunu fazlasıyla da bize gösterdi. Bölgede Kavun-Karpuz ve Hayvancılıktan para kazanıyorlar.

Sohbet uzadı, güneş batmaya yüz tuttu. Daha Urfa'ya 120km yol var...
Ancak içimdeki korku biraz geçmişti. Karanlıkta da motor sürebilirim dedim. Tam gitmek üzere iken, bir araba yaklaştı ve dedimki
Zübeyir'in kavunlarını övüp bu insanların alışveriş yapmasını sağlayayım...
Öylede oldu, arabadan inen insanlar Urfa'lı. Derken bir karpuz kestiler ve bizide davet ettiler, 3 kavunun üzerine birde Karpuz... =)

Sohbet koyu giderken, Salih isimli arkadaş Rehber olduğunu ve Urfa'da bize kalacak yer ayarlayabileceğini söyledi.
Sevindik.
Telefon numaralarımızı birbirimize verdikten sonra Urfa'da buluşmak üzere sözleştik..

Hava artık kararmıştı. Karanlıkta bizi 100km yol bekliyordu, Neyseki Urfa'ya girerken yollar harika asfaltlanmıştı. 

Hz İbrahim'in şehri Urfa..
Urfa'ya gece giriş yapmış olsakta havası, coğrafyası beni inanılmaz etkilemişti. Çölün ortasında bir cennet gibi karşıladı Urfa bizi.











Salih sağolsun Urfa'da karşıladı bizi ve Balıklı Göl'ün tam karşısındaki Üniversite Uygula Oteli'ne yerleştirdi bizi. Üstelik bu harika otel, taştan bir yapı ve odalarıda muazzam doğallıkta huzur dolu. Arasak bulamayız böyle bir yer. Balıklı Göl'ün karşısında olması ise benim için ayrı bir güzellik oldu.

Otel'e yerleştikten sonra Salih bizi önce meşhur Ciğer Kebabını yiyebileceğimiz en güzel yere götürdü, burada Urfa'nın o meşhur lezzetlerine doyduktan sonra Balıklı Göl ve çevresini de dolaşmaya başladık. Salih'e rastlamamızın en güzel yanlarından biride O'nun rehber olmasından ötürü bize gezdiğimiz heryeri detaylıca anlatmasıydı. Gerçekten bugün şanslı günümüzdü.

Gece çok iyi uyuduktan sonra, sabah Otel'in güzel kahvaltısı ile güne başladık.

















Balıklıgöl'ü ve Urfa'yı mutlaka görün gecesi ayrı gündüzü ayrı güzel. Hz İbrahim'in doğduğu yerlerde bulunmak o zamanki yaşananların izlerinin günümüze kadar ulaşmasını görmek eşsiz bir duygu.
Yolunuz mutlaka Urfa'ya düşsün. Buraları gezmeden görmeden Türkiye'de yaşıyorum demeyin.



























...

Güneydoğu'da son durak: GaziAntep:
Urfa'da epey vakit geçirip öğlen saatlerinden sonra tekrar yola koyulup çok güzel bir otobandan Antep'e ulaştık. Otobanda bir ara motorları değiştik ben elimden OGS'yi düşürdüm :) Otoban bomboş ve harika bir asfaltı vardı. Dolayısı ile zaman zaman ibreler son hıza ulaştı.

Antep'e girer girmez Antep kalesinin altındaki yangın karşıladı bizi. Mühim birşey gibi gözükmüyordu. Motosikletimizi hemen bu Kalenin altındaki çay bahçesine emanet edip çarşıyı gezmeye koyulduk.

Bakırcılar Çarşısı
Bu çarşı hayatımda gördüğüm en büyük bakırcılar çarşısı. Çarşının her yerinden bakır dövme sesleri yükseliyor, büyük küçük herkes bu sanatı icra ediyor. Ben gözüm dönmüşçesine buradan eve neler götürebileceğimi düşünüyordum, motosikletimde yerde yok ama yaş fıstık, menengiç kahvesi, bakır ve demir ürünlerde de aklım kalmıştı :)

Buna bir çözüm buldum. Bagajdaki bazı eşyalarımı çıkarıp seleye bağladım ve bagajda yer açmaya çalıştım. Sıkıcada bağladım. Ancak gel görki her benzin alışımda bagajı söküp takmak işkence halini alıyordu. Honda mühendislerinin benzin deposunu sele altına koydukları için epey kulaklarını çınlattım.
 


































Bu güzel şehirden hemen ayrılmak istemiyorduk, çok fazla gezdikten sonra bacaklarımızdaki yorgunluk geçene kadar oturup iyice dinlendik. Bu arada facebook.com/hurriyetedogru sayfasından sizlerle anlık paylaşımda bulunurken, Antep'te bulunan Yavuzcan ile yazıştık. Burada olduğumuzu öğrenince hemen atladı Yamaha MT03 motoruna ve geldi sağolsun.
Bize oldukça yardımcı oldu, hoş sohbetin ardından Honda Servisine gidip zincirleri temizletip yağladık.









Artık hava kararmıştı, İstikamet Adana idi ve gece sürüşü yaparak Adana'ya doğru teker çevirecektik. Yavuzcan bize şehirden çıkana kadar eşlik etti.



...

Doğu ve Güneydoğu mutlaka görmeniz gereken bölgelerimiz. Motosikelt ile bu yolları geçmek ise çok ayrı bir keyif. Hani arabanın içinde giderken camı açıp yüzünüzü rüzgara doğru çevirir ve kısa süre mutluluk duyarsınız ya, işte motosikletle bu an'ı sürekli yaşıyorsunuz :)

..

Vakit bulduğumda yazacağım sonraki yazı:
Akdeniz ve İçanadolu İzlenimleri

Önceki Yazı:
Karadeniz ve Gürcistan İzlenimleri
http://motojektif.com/trip/deryali/2144/Turkiye-Turu,-1--Karadeniz-ve-Gurcistan-Izlenimleri-



Türkiye Turu: Bölüm 2 - Doğu ve Güneydoğu